-
1 притопывать
несов.; сов. - прито́пнуть1) ayağını / ayaklarını yere vurmakприто́пнуть ного́й — ayağını yere vurmak
2) тк. несов. (стучать ногой в такт чему-л.) ayağını yere vurarak tempo tutmak -
2 топать
то́пать нога́ми — ayaklarını yere vurmak
-
3 тыкать
несов.; сов. - ткнуть, однокр.1) vurmakты́кать тро́стью в зе́млю — bastonunu yere vurmak
он ткнул меня́ ло́ктем в бок — böğrüme bir dirsek attı
2) разг. (вонзать, втыкать) sokmak -
4 поносить
I сов.2) ( одежду) giymekIIя б ещё поноси́л да... — daha da giyerdim, ama...
sövmek, sövüp saymakпоноси́ть кого-л. на чём свет стои́т — birini yerden yere vurmak
-
5 разносить
I несов.; сов. - разнести́1) dağıtmak, tevzi etmekразноси́ть пи́сьма адреса́там — mektup dağıtmak
2) (обнося, раздавать что-л.) gezdirmekона́ разноси́ла чай по сто́ликам — kız masalara çay taşıyordu
3) ( записывать в разные места) geçirmek4) ( рассеивать) dağıtmakве́тер разнёс облака́ — rüzgar bulutları dağıttı
5) врз yaymakразноси́ть слу́хи — перен. söylenti yaymak
кома́р разно́сит маляри́ю — sivrisinek sıtmayı yayar
6) разг. (разбивать, разрушать) dağıtmak, duman etmek; kırıp geçirmek, tahrip etmek; dümdüz etmekони́ разнесли́ весь дом — tüm evi dümdüz ettiler
ло́дку разнесло́ в ще́пки — kayık paramparça oldu
снаря́д разнёс полдо́ма — patlayan mermi evin yarısını dağıttı
7) перен., разг. ( ругать) azarlamak, paylamakразнести́ кого-л. в пух и прах — yerden yere vurmak / çalmak
8)II сов., см. разнашиватьу него́ разнесло́ щёку́ — avurdu davul gibi şişti
-
6 топотать
разг.топота́ть нога́ми — ayaklarını yere vurmak
-
7 удар
darbe* * *м1) darbe, vuruş; yumruk (-ğu) ( кулаком)уда́р ного́й — tekme
уда́ры се́рдца — kalp atımları
раке́тный уда́р — füze / roket darbesi
я́дерный уда́р — nükleer darbe
бы́стрые ре́зкие уда́ры (в боксе) — seri ve sert yumruklar / darbeler
си́льные уда́ры ле́вой и пра́вой — şiddetli sol ve sağlar
два сильне́йших уда́ра пра́вой — iki müthiş sağ
он заби́л э́тот гол уда́ром с 20 метров — bu golü 20 metreden attığı şutla yaptı
свобо́дный уда́р (в футболе) — frikik, serbest vuruş
уда́р голово́й (в футболе) — kafa vuruşu
уда́р прямо́й пра́вой (в боксе) — sağ direkt
уда́р электри́ческого то́ка — elektrik / cereyan çarpması
одни́м уда́ром клю́ва — bir gagada
свали́ть кого-л. одни́м уда́ром — birini bir yumrukta yere sermek
он ру́хнул (наземь), как ста́рый дуб под уда́ром мо́лнии — yıldırım çarpmış kart meşe gibi yere yıkıldı
нанести́ кому-л. уда́р — birine darbe indirmek
нанести́ кому-л. уда́р — тж. перен. birini arkadan vurmak
2) sesуда́ры ко́локола — çan sesleri
с уда́ром го́нга — gong çalmasıyla
3) воен. darbe, taarruzгла́вный уда́р — asıl taarruz
нанести́ уда́р по проти́внику — düşmana darbe indirmek
4) перен. sille; darbeиспыта́ть уда́р судьбы́ — kaderin sillesini yemek
после́дний уда́р был о́чень тяжёл для неё — kadının yediği son darbe çok ağırdı
••спортсме́н был в уда́ре — sporcu en iyi formundaydı
быть под уда́ром — tehlikede olmak
ста́вить кого-что-л. под уда́р — tehlikeye sokmak / koymak
одни́м уда́ром двух за́йцев уби́ть — bir taşla iki kuş vurmak
-
8 сажать
несов.; сов. - посади́ть1) oturtmakпосади́ ребёнка за стол — çocuğu sofraya oturt
2) ( на любое средство транспорта) bindirmekсу́дно, на кото́рое нас посади́ли — bindirildiğimiz gemi
3) (самолёт и т. п.) (yere) indirmek4) oturtmakника́к не могу́ посади́ть его́ за уро́ки — onu bir türlü ders çalışmaya oturtamıyorum
его́ всегда́ сажа́ли на вёсла — küreği hep ona çektirirlerdi
5) koymakсажа́ть пти́цу в кле́тку — kuşu kafese koymak
посади́ть кого-л. в тюрьму́ — hapse koymak, hapsetmek
6) dikmek; ekmekсажа́ть дере́вья — ağaç dikmek
сажа́ть карто́фель — patates ekmek
7) sürmekсажа́ть пиро́г в печь — böreği fırına sürmek
8) vurmak; kondurmak (пятна, кляксы)сажа́ть запла́тки — yama vurmak
••посади́ть что-л. на клей — tutkallamak
-
9 попадать
I поп`адатьсов.II попад`ать1) isabet etmek, raslamak; bulmak; vurmak; isabet ettirmek, tutturmakпу́ля попа́ла в цель — kurşun hedefe isabet etti / hedefini buldu
он вы́стрелил, но не попа́л — attı ama isabet ettiremedi / tutturamadı
он це́лился в ру́ку, а попа́л в плечо́ — eline nişan alıp omuzunu vurdu
он попа́л (мячо́м) в шта́нгу — topu direğe çarptırdı
попа́сть ного́й в стре́мя — ayağını üzengiye geçirmek
2) (проникать, пробираться) girmek; sokulmakкак он суме́л попа́сть в дом? — eve nasıl girebildi?
дождь туда́ не попада́л — oraya yağmur işlemiyordu / vurmuyordu
3) (оказываться где-л.) gelmek; kendini bulmak, düşmekмы, наве́рно, не туда́ попа́ли — biz yanlış yere gelmişiz
мы (с ним) попа́ли в оди́н ваго́н — aynı vagona düştük
он попа́л в чёрные спи́ски — kara listeye alınmıştı
Вы не туда́ попа́ли (ответ по телефону) — yanlış açmışsınız efendim
4) (достигать какого-л. места) varmak; bulmakра́ньше трёх домо́й не попадём — üçten önce eve varamayız
как туда́ попа́сть? — oraya hangi yoldan gidilir?
письмо́ ему́ (в ру́ки) не попа́ло — mektup eline geçmedi
5) ( быть принятым) girmek; alınmakон не попа́л в институ́т — enstitüye / yüksek okula giremedi
6) kaçmakему́ в у́хо попа́ла вода́ — kulağına su kaçtı
7) basmakпопа́сть (ного́й) в грязь — çamura basmak
попа́сть ного́й в капка́н — ayağını kapana kaptırmak / tutturmak
8) düşmek;...lık olmakпопа́сть под суд — mahkemeye düşmek, mahkemelik olmak
попа́сть в больни́цу — hastaneye düşmek; hastanelik olmak
попа́сть под маши́ну — araba altında kalmak
попа́сть в плен — esir düşmek
попа́сть в беду́ — başı belaya girmek
попа́сть под дождь — yağmura tutulmak / yakalanmak, yağmur yemek
попа́сть в бу́рю — fırtınaya yakalanmak, fırtına yemek
попа́сть в тюрьму́ — hapse girmek
попа́сть в ру́ки поли́ции — polisin eline düşmek
9) безл., разг., в соч.••где попа́ло — rasgele yerde
куда́ попа́ло — rasgele yere
как попа́ло — gelişigüzel
чем (ни) по́падя — eline / ellerine ne geçerse... Onunla
-
10 хватить
сов.1) см. хватать 4)хвати́ть по рю́мочке — birer tane yuvarlamak
хвати́ть ли́шнего — fazla kaçırmak
3) перен., разг. ( испытать) çekmekхвати́ть го́ря через край — çekmediği dert kalmamak
4) прост. ( ударить) indirmek; vurmakхвати́ть чем-л. о́б пол — bir şeyi yere çalmak
5) в соч., безл.хва́тит! — разг. yeter (artık); paydos!
хвати́ть с меня́ обеща́ний — vaitlere karnım tok!
См. также в других словарях:
yere vurmak — 1) kötü bir duruma sokmak Bu askerlik oyununda yere vurduğu adama, kaideye uygun olan hareketi muhafaza ediyor. H. E. Adıvar 2) yenmek, alt etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kafayı (bir yere) vurmak — 1) hastalanıp yatağa düşmek 2) uyumak için yatmak Ahmet de bize varır varmaz kafayı yere vurdu. S. F. Abasıyanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
yerden yere vurmak — birine türlü yönlerden saldırarak onu çok aşağılayıcı bir duruma düşürmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
vurmak — e, ur 1) Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak Masaya vurmak. Birinin başına vurmak. 2) i Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tekme atmak (veya vurmak) — 1) ayakla bir yere sertçe vurmak Kafama bir tekme vurdular, bir şeyler söylenerek bırakıp gittiler. M. Ş. Esendal 2) çifte atmak 3) ihanet etmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kına (veya kınalar) yakmak (veya koymak veya sürmek veya vurmak veya yakınmak veya yakılmak) — 1) kınayı su ile karıştırıp bulamaç kıvamına getirerek boyanacak yere sürmek Bazıları bütün ele, avuçlara değil, yalnız bir tek parmağın baş kısmına kına koyarlardı ki buna yüksük kına tabir olunurdu. R. H. Karay 2) mec. birinin uğradığı kötü… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yama vurmak — delik, yırtık veya eski bir yere yama koymak, yama koyarak onarmak Hacının kız kardeşi bir çoraba yama vuruyordu. R. Enis … Çağatay Osmanlı Sözlük
kazığa vurmak — esk. bir kimseyi yere dikilmiş ucu sivri bir kazığa oturtarak öldürmek Münasebetsizliklerine mukabele edeni ihtimal kazığa vuracak, derisini yüzecek, akla gelmedik kaba bir vahşetle öldürecekti. Ö. Seyfettin … Çağatay Osmanlı Sözlük
FAT'E — Vurmak. * Yarmak. * Cimâ etmek. * Yere vurmak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kafa — is., Ar. ḳafā 1) İnsan başı, ser 2) Hayvanlarda genellikle ağız, göz, burun, kulak vb. organların bulunduğu vücudun en ön bölümü 3) Çocuk oyunlarında kullanılan zıpzıp taşının veya cevizin büyük boyu 4) Mekanik bir bütünün parçası Distribütör… … Çağatay Osmanlı Sözlük